|
Tweet |
“PAPAZ KİM? KARTLARIN SESSİZ İSYANI”
Hiç fark ettiniz mi, iskambil destesi aslında bir mini dünya gibi.
Küçük kartlar, büyük egolar…
Bir köşede kupa kralları tahtına kurulmuş, diğer köşede sinek köylüleri kendi tarlasını sürüyor.
Ama biz hâlâ, “hadi bir el atalım mı?” diyoruz sanki tarihin göbeğinde değilmişiz gibi.
Oysa o dört papaz var ya hepsi gerçek tarih figürleriymiş.
Sinek Papazı: Büyük İskender (tahtı değil, dünyayı hedeflemiş çocuk),
Karo Papazı: Jül Sezar (geldi, gördü, oynadı, kazandı),
Kupa Papazı: Kral Şarlman (soylu bir vizyoner),
Maça Papazı: Davud (inanmış bir savaşçı).
Bir düşünün…
Bizim iskambil masasında çekiştiğimiz her kart aslında asırlar öncesinden bize bakıyor.
İskender’in gözü “strateji” arıyor, Sezar’ın eli “iktidar” kokuyor, Şarlman “birlik” diye bağırıyor, Davud ise “inanç”la hamle yapıyor.
Ama biz ne yapıyoruz?
“Pas geç, ben bu eli boşa oynayayım.”
Destenin bu kadar “soylu” olmasının nedeni, Fransa’daki o dönem sınıf düzeniymiş:
Kupa, krallık ve aristokrasiyi,
Maça, orduyu ve şövalyeleri,
Karo, orta sınıfı,
Sinek ise halkı, köylüyü temsil ediyor.
Ve o gün bugündür, masada hâlâ aynı hikâye oynanıyor:
Kupa en değerli, sinek en değersiz.
Yani asırlar geçmiş, ama “sınıf farkı” hâlâ masada, hâlâ ellerimizin arasında!
Bir poker masasında bile toplum düzeni değişmemiş: biri her el kazanıyor, diğeri sinekle kalıyor.
Hayat işte… destesi değişiyor, sistem aynı kalıyor.
Ama ben hep şu sineği tutan köylüye hayran olmuşumdur.
Çünkü o sinek var ya mütevazı, ama her oyun onunla başlıyor.
Toprağı temsil ediyor, emeği, alın terini.
Kupa kadar ışıltısı yok belki, ama kalp kadar gerçek.
Bir düşün, kupa gösterişiyle kazanıyor ama sinek sadakatiyle.
O yüzden bundan sonra sinek geldiğinde yüzünü ekşitme tatlım.
De ki: “Köylüyüm ama kendi toprağımda krallık yaparım.”
Sonuçta, herkesin papazı kendine.
Ve işte o soruyu bir daha sormanın vakti geldi:
Masada gerçekten kim papaz, kim sadece elinde papaz taşıyor?