18 Saat Uçmaya Değer mi?
“Bugün hayatımızın geri kalanının ilk günüdür “ der bir Amerikan atasözü.
Bu cümleyi ilk kez duyduğumda kulağa romantik gelmişti.
Ama yıllar geçtikçe fark ettim ki, bu sadece bir söz değil; Amerika’nın düşünme biçimi.
Her yeni gün, yeni bir sayfa. Dün ne olduğun değil, bugün kim olmayı seçtiğin önemli.
Ve belki de bu yüzden, insanlar bu ülkeye dünyanın dört bir yanından gelir.
Kimi yeni bir başlangıç için, kimi yarım kalan hikâyesini tamamlamak için.
Antalya’dan başlayan bir yolculuktu bu.
İstanbul aktarmalı, 18 saat süren bir uçuş.
Uçak kalkarken içimde sadece heyecan değil, geçmişimle sessiz bir hesaplaşma vardı.
Her kalkış bir veda, her iniş bir başlangıçtır derler; ben ikisini aynı anda yaşadım.
Ve şimdi, Washington’a yeniden adım attım.
Yıllar sonra aynı topraklarda ama farklı bir ruhla.
Artık bir misafir gibi değil, sanki bir parçam burada kalmış gibi hissediyorum.
O 18 saat boyunca sadece kıtalar geçmedim; içimdeki o çocukluk hayaline de yeniden dokundum.
ABD’de yaşamak hep içimde taşıdığım bir istekti.
Özgürlükler ülkesi derlerdi; insanların fikirlerini korkmadan söylediği, emeğin karşılığını aldığı, demokrasinin nefes aldığı bir yer olarak hayal etmiştim.
Ve şimdi, bu ülkeyi yeniden gördüğümde, o hayalin hem doğru hem eksik olduğunu anladım.
Evet, burada özgürlük var — ama bu özgürlük, disiplinle, saygıyla ve düzenle besleniyor.
Caddeler birbirini tamamlıyor, kaldırımlar tertemiz, ışıklar senkronize.
Sanki şehir yaşayan bir organizma gibi; herkes görevini biliyor, sistem tıkır tıkır işliyor.
Bir kavşakta durduğunda bile fark ediyorsun: burada kural bir zorunluluk değil, ortak bir saygı biçimi.
Belediyecilik anlayışı, vatandaşın hayatını kolaylaştırmak için görünmez ama etkili bir el gibi işliyor.
Ama Amerika’nın düzeni yalnızca sokaklarda değil — zihniyette.
Kültürden sanata, eğitimden bilime kadar her alanda yenilikçilik bir refleks haline gelmiş.
Bir müzeye girdiğinde geçmişe değil, geleceğe bakarsın.
Bir üniversiteye adım attığında, bilginin sadece öğretilmediğini, sürekli yeniden üretildiğini hissedersin.
Burada sistem, merakı ödüllendirir.
Sanat cesareti, eğitim sorgulamayı, kültür ise çeşitliliği besler.
Bu da ülkeyi diri tutan asıl güç: düşüncenin bile özgürce dolaşabilmesi.
Ve işte o anda fark ettim:
Benim için ABD sadece bir hayalin gerçekleştiği yer değil;
hayal kurmanın bile cesaret istediğini öğreten yer.
Çünkü bazı ülkelerde yaşamak, sadece çalışmak değil — her gün kendini yeniden kanıtlamak demek.
Burada kimse sana yol açmaz; ama sen yürümeye cesaret edersen, yollar kendiliğinden açılır.
Kızım şu anda ABD’de üniversite okuyor.
Benim yıllar önce kurduğum o hayalin içinde şimdi o yaşıyor — özgür, kendi ayakları üzerinde, kendi geleceğini inşa ediyor.
Belki ben o düzenin içinde yaşamayı hayal etmiştim, ama şimdi o, hayalimi sürdürüyor.
Ve belki de bu, bir baba için en büyük ödül: bir zamanlar sadece hayal ettiği şeyi, evladının gerçeğe dönüştürmesi.
Ülkemi çok seviyor olmama rağmen, bazen düşünüyorum:
Eğer hayat bana bir şans daha verseydi,
Amerika’da yaşamak isterdim.
Çünkü burada öğrendiğim bir şey var:
Hayal etmek güzeldir, ama yaşamak cesaret ister.
Ve şimdi, uçuşun sonunda uçağın penceresinden şehre bakarken içimden geçirdim:
“Bugün, hayatımın geri kalanının ilk günüdür.”
Belki de gerçekten öyleydi.
Çünkü bazı yolculuklar seni sadece başka bir yere götürmez;
seni kendine geri getirir.