![]() |
Tweet |
Peynir: Sütün Kendini Aşması
Bir sabah uyandınız ve kahvaltı sofrasında peynir olmadığını hayal ettiniz... Tamam, vazgeçtim, hayal etmeyin, çünkü peynirin yokluğu şaka kaldırmaz. Peynir dediğiniz şey, sadece bir besin değil; kültürdür, mucizedir, sütün "ben artık bir adım öteye gitmeliyim" deme şeklidir.
Peynirin hikâyesi, insanlık tarihindeki en leziz "yanlışlıkla oldu" hikâyelerinden biriyle başlıyor. Binlerce yıl önce, bir çoban sütü bir hayvan midesinden yapılmış tuluma doldurmuş. O çoban ne yapsın, termos diye bir şey yok ki! Günler süren yolculukta sütün başına gelenler, bilimsel tabirle "fermantasyon" halk diliyle "sihir" olarak adlandırılabilir. Süt pıhtılaşmış, ekşimiş, hatta biraz kokmuş ama sonuç? Bugün sofralarımızın baş tacı olan peynir doğmuş.
Her Kültüre Bir Peynir
Peynir öyle bir şey ki, dünya turu yapacak olsa her ülkede bir akrabası var. Fransızların Brie’si, Camembert’i; İtalyanların Parmesan’ı, Mozzarella’sı; İsviçre’nin fondüye dönüşen Gruyere’i… Ama Türkler peynir konusunda bir başka: Tulum peynirinden beyaz peynire, mihaliçten örgüye kadar çeşitlilikte sınır tanımıyoruz. Hatta biz peynire sadece yiyecek gözüyle bakmıyoruz; onu bir ritüele dönüştürüyoruz. Ekmek, domates, zeytin üçlüsüne eşlik eden bir beyaz peynir, "kahvaltı" dediğimiz kutsal anın en önemli bileşeni değil de nedir?
Hatta peynir, Türkler için sadece bir yiyecek değil, bazen bir çözüm ortağıdır. Dolapta üç gündür duran buz gibi biraz da kararmaya yüz tutmuş karpuzu çıkarıp yanına beyaz peynir koyun, kimse karpuzun halini sorgulamaz. Çünkü peynir, bir nevi sofranın Photoshop’udur; her şeyi güzelleştirir.
Peynir ve Zamanın Dansı
Zamanla güzelleşen bir şey varsa o da peynir. "Kaç yıllık bu Parmesan?" diye sorduğunuzda, yıllanmış peynirin değerinin artması bir yana, yıllar ona derinlik katıyor. Ama dikkat edin, bu prensip sadece peynirde çalışıyor. Peynir yıllandıkça "karakterli" oluyor; biz yıllandıkça "yorgun." İşte, peynirin bizi bile kıskandıracak bir meziyeti daha!
Peynir: Her Öğünde Bir Başka
Peynirin bir diğer sihri, günün her öğününe yakışması. Sabah kahvaltıda ekmeğe dost olur, öğlen sandviçe aşk olur, akşam ise makarnaya ruh. Şimdi düşünün, pizza üzerindeki erimiş Mozzarella olmasa, o pizza ne kadar "pizza" olurdu? Ya da makarna üstüne peynir rendelenmese, o sos tek başına bir işe yarar mıydı?
Bir de meze sofraları var tabii… Peynirin farklı halleriyle gövde gösterisi yaptığı o masalar. Lor peyniri, biraz taze ot ve zeytinyağıyla süslenir; şakşuka bile kıskanır. Ya tulum peyniri? O, nar ekşili cevizle birleşti mi "sofranın starı benim" der adeta.
Küflenen ama Küstürmeyen Peynir
Peynir öyle büyüleyici bir şey ki, küflenmek bile ona yakışıyor. Normalde bir yiyeceğin küflenmesi korkutucudur ama peynir söz konusu olduğunda "Roquefort küflü mü?" diye heyecanlanırız. Gorgonzola ve Rokfor gibi peynirler, küfün bile asalet kazandığı yiyeceklerdir. Bunu başka hangi gıda başarabilir ki?
Peynir Tabağı: Sofranın İmza Sanatı
Peynir tabakları hazırlamak, bir nevi sanattır. Üzüm, ceviz, kuru kayısı ve incir reçeli gibi malzemelerle peynir, Michelangelo’nun David heykeli kadar estetik bir tabloya dönüşür. Hele ki bir Brie peyniri düşünün, üzerine biraz bal gezdirilmiş… O an, peynir değil sanat konuşur!
Ya Peynir Olmasaydı?
Dünya peynir olmadan bir hayli eksik olurdu. Kahvaltılar sessiz, pizzalar tatsız, meze tabakları renksiz kalırdı. Peynir, sadece lezzet değil; hayatta küçük mucizelerin ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. Hatta iddia ediyorum, tarihte savaşlar, peynir yüzünden çıkmadıysa bile barışlar onun sayesinde sağlanmış olabilir.
O zaman peynirin bu mucizevi yolculuğuna saygı duruşunda bulunalım. Peynir tabağınızı alın, biraz zeytin, biraz ceviz ve bir kadeh şarapla onu taçlandırın. Çünkü peynir, sadece süt değildir;
O, sütün "daha fazlasını yapabilirim" deme şeklidir.
Afiyet olsun, sütlü mucizenin keyfini çıkarın!