![]() |
Tweet |
24 Saat Nereye Kayboldu?
Bir zamanlar 24 saat yetiyordu bize. Hem de her şeye! Sabah erkenden kalkar, kahvaltıyı aceleye getirmeden eder, işe, okula ya da tarlaya giderdik. İşimizi gücümüzü bitirir, akşam olunca soba başında çayımızı demleyip ailecek diz dize otururduk. Misafirler gelirdi, sohbet uzar, gülüp eğlenirdik. Her iş yoluna girerdi. Ama şimdi? Teknoloji hayatımıza girdikten sonra o 24 saat yetmez oldu. “Hızlı” ve “kolay” diye hayatımıza aldığımız teknolojiler bizi nasıl oldu da böylesine yavaşlattı, anlayabilen beri gelsin!
Bir düşünün, eskiden mektup yazardık. Sayfa başına duygu yükler, özlemle dolu satırlar yazardık. Sonra postaya verir, haftalarca cevabını beklerdik. O mektuplar bizim “sabır” derslerimizdi. Şimdi? Mesaj yazmak için bile üşeniyoruz. “Nasılsın?” demek için parmaklarımız yoruluyor. Üstelik karşımızdakinden anında yanıt bekliyoruz. Yazmıyorsa? Felaket! “Görmüş ama yazmamış! Kesin bir şey oldu…” diye krizlere giriyoruz. Eskiden böyle bir dert mi vardı? Görülse de görülmese de beklerdik. Şimdi beklemek diye bir şey kalmadı, sabır da onunla birlikte gitti.
Ev işlerini konuşalım mesela. Eskiden elde yıkanan bulaşıklar, sepetler dolusu çamaşır, defalarca süpürülen halılar vardı. Yorulurduk ama yetişirdi. Şimdi? Teknoloji sağ olsun, her işimize bir makine var. Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, robot süpürge… Ama yine de iş bitmiyor. Çünkü makine çalışırken biz de çalışmayı bırakıp oturuyoruz. Telefon elimizde, bir dizi daha izleyelim derken bir bakıyoruz, ne iş bitmiş ne keyif tam olmuş. Üstelik eskiden sohbet ederek yaptığımız işlerin yerini şimdi sessiz, soğuk bir yalnızlık aldı. Çünkü her kafada bir kulaklık, herkes ayrı dünyalarda.
Sosyal medya da başka bir hikâye. Sabah gözümüzü açar açmaz ilk iş, telefonumuza sarılıyoruz. “Bakalım kim ne paylaşmış, kaç beğeni almışım, ne kaçırmışım?” derken saatler geçiyor. Elimizi kolumuzu bağlayan dijital bir pranga bu. Yemek yapıyoruz, önce fotoğrafını çekiyoruz. “Bir şey mi yedin, paylaşmadın mı? O zaman olmamış demektir!” Nokta. Eskiden yemekleri misafire sunardık, şimdi takipçilere…
Teknoloji hayatımıza bir kolaylık kattı mı? Kattı elbette. Ama bir şeyi eksiltti: Zamanın değerini. Her şey hızlandı, biz de o hıza ayak uyduracağız derken kendimizi dijital bir maratonun içinde bulduk. Eskiden gün içinde bir sürü iş yapar, akşam kendimize zaman ayırırdık. Şimdi aynı gün içinde hiçbir şeyi tam anlamıyla bitiremiyoruz. Çünkü zaman yönetimimiz artık bizim elimizde değil, telefonlarımızın ve cihazlarımızın kontrolünde.
Peki, ne yapmalı? Teknolojiden kaçamayız, bu bir gerçek. Ama belki de teknolojiyi yönetmeyi öğrenmeliyiz. Arada bir telefonlarımızı bir köşeye bırakıp, gerçek hayatın tadını çıkarabiliriz. Sevdiklerimize “hızlı mesaj” değil, gerçek bir tebessüm verebiliriz. Zamanımızı çalan ekranlardan kafamızı kaldırıp, gökyüzüne bakmayı hatırlayabiliriz. Teknoloji hayatımızı kolaylaştırdı ama onun esiri olmayacak kadar güçlü ve iradeli olmayı öğrenmeliyiz. Yoksa o kaybolan 24 saati, günün hiçbir yerinde bulamayacağız.
Not: Yazıyı yazarken bile telefonuma beş kere baktım, bir yandan başka bir sekmede dizi açık, bir yandan kahve molası verdim. Yazının sonunda fark ettim: Sorun teknoloji değil, sorun bizde! Ama olsun, hiç değilse bunun farkına varabildik. Bu da bir ilerleme, değil mi?